Monday 16 December 2013

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz


Soğuğun yüzleri kesmeye iyiden iyiye başladığı, aman evladım atkısız, beresiz çıkmayasın, diye annelerden bol bol öğütlerin alındığı akşamlardan biriydi. Biz de sanat fedakarlıktır düsturundan hareketle soğuğa aldırmadan Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesine gittik. Üstelik süresi üç saate yaklaşan bir oyunu izlemek üzere. Sanki geri dönmek kolaymışçasına. Bir de bunlara oyunun izlediği en güzel oyun olduğunu söyleyip bize eşlik eden arkadaşın oluşturduğu beklentiyi eklersek, salona büyük ümitlerle geldiğimiz daha anlaşılır olur. Biletleri günler öncesinden bitiren kalabalık, oyunu izlemeye hazırdı.



Hepimizin aşina olduğu, bir şekilde duyduğu bir eser oldu artık Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz. Bunda en büyük pay tabii ki Aziz Nesin'e ait; çünkü eser ilk olarak bir radyo oyunu olarak yazılmasına karşın sırasıyla sahne oyunu,sinema filmi, çizgi roman, televizyon filmi ve roman olarak uyarlanmış*. Yıllardır da Kenan Işık'ın yönetmenliğinde Şehir Tiyatrolarında sahneleniyor. Ne anlatıyor dersek, babasıyla beraber okula kayıt yaptırmaya giden Yaşar'ın nüfus kağıdı olmadığı için kaydı yapılamaz. Bunun üzerine baba-oğul nüfus müdürlüğüne gidilir. Fakat o da ne? Yaşar kütükte ölü gözükmektedir. Yani Yaşar devletin kayıtlarına göre yaşamıyordur. Yaşar'ın uzun mücadelesi işte buradan itibaren başlar. Devlet ondan alacak bir şeyi olduğunda Yaşar'ı yaşar kabul ederken sıra Yaşar'ın alacaklarına geldiğinde Yaşar yaşamaz olur. Evlenemez, askere gidemez, gitse terhis olamaz, vergisini öder ama mirasçı olamaz. Bunlara karşı derviş sabrıyla mücadele eden Yaşar'ın nezdinde Türkiye'deki bürokrasi ve memur zihniyeti trajikomik şekilde anlatılır. Olayların gelişmesiyle kendini hapiste bulan Yaşar yaşa-yama-dığı hayattan büyük tecrübeler elde eder. O artık sistemin açıklarını bilen, devletin de üstünde bir karabasan olan ''Kara Kaplı Nizami Bey'' olmuştur. Onu bu hale getiren ise, Yaşar'ın kendisi değil, rüşvetçi memurlardan, çıkarcı avukatlar ve benzerlerinden oluşan ağır aksak giden bürokrasidir.


Yazılalı elli sene olmuş olsa da gelişimini tamamlayamamış her ülkede bu tarz durumlarla karşılaşılabilir. Ve her sistem kendi Kara Kaplı'sını çıkarmaya adaydır.



Gelelim sahne performansına. Bir kere bu kadar hacimli bir senaryonun oyuna dökülmesi oldukça zor bir iş olsa gerek. Çünkü bu hem oyuncuları hem izleyicileri yoruyor. Sahneler arasında bazen bütünlük olmuyor ve zorlama bölümler ortaya çıkıyor. Belki başka etkenler de vardır ancak bu zorluk oyunun temposuna ciddi anlamda etki etmiş. Tempo, birkaç istisna dışında seyirciyi coşturacak seviyeye gelemedi. Her ne kadar müzikli bir oyun olarak tanımlanmış olsa da müziklerin oyuna bir şeyler katmak şöyle dursun seyirciyi sıktığını ve oyundan uzaklaştırdığını düşünüyorum. Oyuncu performansları açısından bakarsak genel olarak oyuna sinmiş enerji eksikliğini burada da görmek mümkün. Bir tek Hasibe Eren'in hakkını teslim etmeden geçmemek gerektiğini belirtelim.



Benim üzerimden oluşan etkisi hayal kııklığı oldu diyebilirim. Hem yıllar önce de olsa önce kitabı okumuş olmam, hem başta anlattığım fedakarlıklarım hem de nedense oluşmuş yüksek beklentinin karşılanamaması başlıca sebepler. İlla bir niteleme yapacak olursak vasatın üzerine çıkmış ama eksik bir şeyler var diyebileceğimiz bir oyun.
Oyundan birkaç sahne










Monday 2 December 2013

500 Days of Summer: Aşka Dair Pek Çok Şey

Sıradan bir romantik komedi, sıradan bir aşk hikayesi değil, kurgusuyla seyirciyi baştan başa sürükleyen acıklı ve bu yüzden gerçek bir hikaye. Herkesin kendine dair bir şeyler bulabileceği yeri gelip belki dersler çıkartacağı bir film 500 Days Of Summer. Esas oğlan Tom ve esas kızımız Summer tebrik-teselli kartları yazan bir şirkette çalışmaktayken ortaya çıkan aşk kıvılcımları onları bir ilişkinin içine sürükler. Ancak aşka, ilişkiye bakışları yönünden aralarında uçurum bulunmaktadır. Tom gerçek aşkı ve mutluluğu hayatına doğru kişi girdiğinde bulacağına inanırken, maviş gözlü kızımız Summer bu kavramlardan oldukça uzaktır. Tabii ki de bu kişilerin ilişkilerinin de her daim farklı şiddetlerde deprem etkisiyle sarsılmasında, sallanmasında şaşıracak bir şey yok.Burada Hollywood'dan veya Amerikan dizilerinden alışkın olduğumuz üzere bir -ilişkimize ad koymayalım, hazır hissetmiyorum- durumu söz konusu. Film bunları bize anlatırken doğrusal olmayan bir şekilde ilerliyor. Yani bir ortadan, bir sondan, bir baştan veya daha farklı biçimde. Böylece de 500 günün içinde, onların zihinlerinde, kalplerinde yaşadıkları gel-gitlere izleyici olarak katılıyoruz ki bu da canlılığı ve sürükleyiciliği sağlayan önemli bir faktör. Ön planda olan Tom, yeri geldiğinde dünyanın en mutlu veya en ümitsiz insanı olabiliyor. Bu noktaya klişe demek haksızlık olur çünkü filmin vermek istediği bir gerçeklik duygusu var ve zaten senaristler bir esinlenme sonucu bunu yazıyorlar*.



     Güzellikleriyle (bkz. Summer), hoşluklarıyla, göndermeleriyle dimağlarımıza pek çok farklı tat bırakan filmimizin diğer bir dikkat çekilesi noktası da soundtrack lar olduğunu da söylemeden geçmeyelim. The Smiths zaten gözümüze sokulurken, çalan Fransızca şarkılar romantik filmlerin olmazsa olmazı olarak yer alıyorlar. Filmin ortasındaki Tom'un başlattığı koreografi tam anlamıyla eğlencenin zirvesi. Bunun yanında Reality-Exceptations sahnesi hem oyunculuk açısından hem de verdiği mesaj yönünden unutulmaz.

   

      Kısacası 95 dakikanın içerisine aşk hayatının mutlu ve acı anlarını, hoş bir vakit geçirmemizi sağlayarak sığdıran, ağlatırken güldüren bir film var karşımızda.Üstüne yapılacak bir dolu eleştiri ve buradan yola çıkarak aşka dair yazılacak çok şey var. Kesinlikle tavsiye edilir ancak izlenilen zamandaki ruh haline göre her bünyede farklı etkisi olur bizden söylemesi.



Yapım Yılı: 2009
Yönetmen: Marc Webb
Oyuncular: Zooey Dechanel, Joseph Gordon-Levitt
İMDB Puanı: 7.8 
 Benim Puanım:8/10




*Senaristlerden Scott Neustadter filmin gerçek bir aşk hikâyesine dayandığını belirtmiştir. Neustadter, Summer karakterinin esin kaynağı kızla 2002 yılında “London School of Economics”de öğrenciyken, kötü bir ayrılıktan çıkmışken tanıştığını ve öpücüklerine karşılık veren fakat heyecanına karşılık vermeyen bu kıza hemen “delice, çılgınca ve umutsuzca” aşık olduğunu açıklamıştır. İlişkinin “acılı ve unutulmaz bir şekilde berbat” bitişi onu Michael H. Weber ile birlikte filmi yazmak üzere harekete geçirdi. Senaryoyu kıza gösterdiğinde, kız ona Tom karakteriyle daha çok bağdaştığını söyledi

Buda ve Peşte

Buda ve Peşte’yi ayıran Tuna nehri boyunca kurulmuş olan, tarih boyunca işgal edilmiş ancak bu sayede farklı kültür ve medeniyetlerin z...