Wednesday 26 November 2014

Nolan'dan Uzaya Selamlarla


Yılın son demlerinde güzel filmlerin bir bir çıkmasıyla beraber soguk kis aksamlari sinema keyfi yapilarak doldurulur. Üstelik sıkı bir vize haftasını atlatmış olmak bu fikri daha çekici kılar. Vizyondakilere bakarken Christopher Nolan ismini afiste görmemle bilim kurguya cok da ilgili olmama karşın, tereddüt etmeden Interstellar’a gitmeye karar veriyorum.


Bizi daha önce ilizyonistler arası çatışmadan ruyalar alemine,oradan da distopik dünyanın fantastik karakterlerinin yanına taşımış olan Nolan, bu sefer daha büyük bir işe girişiyor. Dünyanin yaşanmaz hale gelmesiyle insan neslinin devamı icin artik yeni yerler bulmak gerekmektedir. Bunun için çalısmalar yapan NASA Saturn yakınlarındaki bir solucan deliğinden başka bir galaksiye geçişin mümkün oldugunu gözlemler. Ya yeni bir dunya bulacaklardir, ya da yasli gezegende açlık icinde oleceklerdir. Eski bir NASA pilotu olup ailesiyle çiftçilik yapan Cooper sonsuza yolculuk yapacak ekipin içine gözü yaşlı kızını bırakarak dahil olur. Aslinda nereye gideceklerini yolun ne kadar surecegini bilmemektelerdir ancak uzayin gizemi ve yasayacak yeni bir yer arzusu onlari icine çekmektedir. 


Bilim kurgunun sınırlarında, kuantum fizigi etrafinda dolasan senaryo, insanoğlunun hayal gucunun nereye gidebileceginin bir gostergesi. A planı yaşamaya uygun bir yer bulup insanlığı oraya taşımak, işler kötü giderse devreye girecek B planı ise gidilen yerde bir koloni kurup turun devamini orada saglama fikrine dayanıyor. Bir sonraki adımın atılmış insanlığın attığı en harika olan olması isteniyor. 


Mekiğe binilip ıssız ve sonsuz sessizliğin içinde ilerleme başlar. Aylar sürecek bir yol var, tabi ki bunun üç saatlik bir filmde kısa gösterilmesi normal. Ancak Solucan Deliğine kadar ekibin gündelik yaşamından çok az bilgi alıyoruz. Robotlara insani duygular eklemek gibi orijinalliklerin yanında Sanki karakterlerin insaniyeti azalmış gibi. Delikten geçilir ve ilk gezegen, hayat kaynağı su oradadır. Ancak sadece deniz ve kocaman dalgalar bu gezegeni de yaşanmaz kılmakta. Ekip bir kişiyi feda etmiş olarak gemiye döndüğünde göreceli zamandan ötürü tam 23 sene geçmiştir. Gemide kalan arkadaşları yaşlanmış, dünyadaki çocuklar büyümüşlerdir. Bir saat içinde insan ömrünün bu kadar değişeceğini hayal etmek güç. Ardından ikinci gezegen, sadece kardan ve buzdan. Yıllar önce oraya keşif için giden astronot hala hayattadır. Ancak öğreniyoruz ki sadece kendisini kurtarmaları için gezegende yaşam olduğu sinyallerini göndermiş. Uzay da galaksiler de insana yeterli gelmiyor ki bir Habil Kabil kavgasına şahit oluyoruz. Buradan da bir şekilde kurtulan ekibimiz de yalnız Cooper ve Brand kalmıştır. Yeni hedef zaman kırılmasının tam anlamıyla yaşanacağı, arkasında ne olduğu bilinmeyen olay ufku. Cooper robotlar dahil tüm ekibi yolda feda ederek sonuca gider. Düştüğü yer beşinci boyuttur, burada zaman ve mekan kavramı kaybolmuştur. Böylece başlangıçtaki olaylara müdahale imkanı oradan da dünyayı kurtarma imkanı doğar. Sonuç olarak mutlu son ile Satürn yakınlarında yeni bir hayat başlar. İnsanoğlu kurtulmuştur.


Bilim kurgunun, fiziğin içine girdiği halde zamanı ve mekanı aşan tek kudretin sevgi olduğu alt metnini içeren film, her ne kadar insani çabalara girişmiş olsa da bu konuda yavanlığı aşamıyor. Cooper ile kızı ve yine Dr. Brand ve babasının sevgisi ya da Dr. Brand in başka gezegende hapsolan sevdiceği arasındaki ilişkiler hiç de güçlü bir örgüye sahip değil. Sadece Cooper'ı canlandıran Matthew McConaughey'in oyunculuğu bu mevzuyu koparmaya yetmiyor. Öte yandan film bizden çok fazla kabullenme istiyor. Dünyanın neden o halde olduğuna dair bilgimiz yok. Cooper'ın kızının neden çok zeki olduğunu gösteren bir şey olmadığı gibi. Yine film her ne kadar hayalgücünün zorlanmasıyla ortaya çıkmış olduğunu kabul etsek de net bir son ortaya koymaya çalışması beni biraz rahatsız etti. Beşinci boyuta kadar gidilmişken sonrasını seyirciye bırakmak daha zengin duyguların oluşmasını sağlayabilirdi. Tabi Nolan'ın nasıl bir Satürn hayal ettiğini görmek yine de ilginçti. Senaryodaki zayıflıklara karşın güçlü görsel şölen var karşımızda. Sinema atmosferinin oluşturabileceği etkiler sonuna kadar kullanılmış. Sözgelimi, uzayın ıssılığında süzülen geminin bir karadeliğe sürüklenmesi veya hızlı bir kalkış yapması sizi o geminin içinde hissettiriyor. Bunda Hans Zimmer'in yaptığı müziğin payı da oldukça büyük. Başrol oyuncusu mükemmel bir performans sergilemiş,özellikle çocuklarının videosunu izlediği bölüm etkileyiciydi. 


Sonuç olarak her ne kadar kurguda ve senaryoda tam oturmayan bir şeyler olduğu hissini veriyorsa da Interstellar konusuyla, çekimiyle, oluşturduğu atmosferle izleyiciyi pek çok yönden etkilemeyi başarıyor. Bu yüzden çekilmiş en iyi filmler kategorisinde yer almasına şaşmamak lazım. Son söz olarak filme gerek popülerliğinden gerekse de Nolan tarafından çekilmesi  yüzünden burun kıvıran eleştirmenler var. Nolan'ı popüler olması yzünden eleştirmek bana anlamsız geliyor, ancak onun da Dark Knight Rises ile birlikte irtifa kaybettiğini filmlerinin kurgusunda ve fikir işçiliğinde zayıflama olduğu konusunda ben de hemfikirim. Yine de unutmamak gerekir ki işini saygıyla ve emek vererek yapan bir yönetmene aynı saygıyı göstermek gerek. 

Buda ve Peşte

Buda ve Peşte’yi ayıran Tuna nehri boyunca kurulmuş olan, tarih boyunca işgal edilmiş ancak bu sayede farklı kültür ve medeniyetlerin z...